Utanmaz olmak isterdim. Utanmadan yaşamak isterdim. Cahil olmak isterdim. O zaman ne kadar cahil olduğumu bilmezdim…
“The Handmaid’s Tale” dizisinden…
Damızlık Kızın Öyküsü…
Margaret Atwood’un aynı isimli romanından uyarlanan dizi. Gilead isimli bir toplumda geçiyor. Doğal sebepler nedeniyle nüfus düşüşü yaşayan bu toplumda kadınlar devletin malı olarak kabul ediliyor. Toplumun yeniden çoğalması için üremeye zorlanan Offred hayatta kalmaya çalışıyor.
Bu toplumda arzu yasak. Tek amaç doğurmak ve üremek …
Doğurgan kadınların damızlık olarak kullanıldığı bir toplum. Doğurganlık gün gectikçe azalıyor ve doğurgan kadınlar gözde olarak görünsede, ikinci hatta sonuncu sınıf insanlar gibi muameleye maruz kalıyor. Sonuncu sınıf insan cümlesi yanlış anlaşılmasın.
Bu dizi bir distopya örneği olarak tanımlanıyor. Erkek egemen bir toplumda geçen sıradışı bir hikayeyi anlattığı düşünülse de, kadınlarında bu konuda çok farklı olmadığını söyleyebilirim. Çıkarlar çatışması, kadın erkek farketmiyor.
Bu dizi 2017 yılında tam 8 kategoride ödül alarak 69. Emmy ödüllerine damga vurmuştur. Doğurgan kadınlar, Gilead hükümetinin bu yeni rejimi tarafından “düşmüş kadınlar” olarak tanımlanırlar ve köleleştiriliyorlar. Köleleştirilen bu kadınlar, genellikle birden çok evliliğe girenlerden, bekar veya evlenmemiş annelerden, “cinsiyet hainleri” olarak adlandırılan lezbiyenlerden, hıristiyan olmayanlardan oluşmaktadır.
Damızlık doğurgan kadınlar, “Komutanlar” olarak adlandırılan erkek efendileri tarafından komutanların eşlerinin huzurunda ritüelleştirilmiş bir şekilde defalarca tecavüze uğruyorlar. Bu ritül tören olarak sunuluyor. Törenin amacı üstün bir ırk olarak görülen Gilead komutanlarının soylarının sürdürülmesi için menstrüasyon döngüsünü takiben en ideal dönemde döllemeyi sağlamaktır.
Çocuğu olan kadınların çocukları ellerinden alınıp başka bir yerde tutuluyor. Eğer kadın bunu kabul etmeyecek olursa çocuğu ile sınanıyor. Orffe’ye ve diğer kadınlara öyle eziyetler yapılıyor ki bir anne çocuğunu bırakıp kaçmayı düşünebiliyor. Bu utançla yaşamaktansa intihar edenler ya da çocuğunu bırakıp gitmeyi düşünenler…
Lezbiyenlikle suçlanan bir kadının klitorisi ameliyatla alınıyor. Gay insanlar sokaklarda asılıyor. Dizide hamile kalamayan kadınların suçlanması, onlara bu yüzden şiddet uygulanması ve erkeklerde hiçbir kusur yokmuş gösterilmesi toplumumuzda da özellikle kırsal kesimde yaşayanların en büyük problemlerdendir. Dizide kadının asıl işinin annelik olması olamayanlar, bu ritüele karşı olanlar ise koloni denilen nazi kamplarına benzer bir kampa gönderiliyor. Bana en çok acı verende bunu başka bir kadının yapıyor olmasıdır. Aslında bu bir distopya gibi görünsede, dünyanın çeşitli yerlerinde bu tür olaylar yaşanmakta.
Tevrat’ta geçen “Yakup ve Rahel ” mitolojik hikayesinden yola çıkılarak dini inanclarını buna göre yaşayan bir toplum Gilead.
Dizide damızlık diye adlandırılan kadınlar kırmızı, komutanların eşleri mavinin en kötü tonu ve teyze diye adlandırılan kadın gardiyanlar gri giyiyor. Dizide başka renk yok…
Bu distopik romanda ve dizide kadınların elitlere çocuk doğurma amacıyla köleleştirilmesi anlatılıyor, kadınlara itaat simgesi olarak bu giysiler giydiriliyor.
Kırmızıdan, griden ve belkide en sevdiğiniz renk maviden nefret edeceksiniz.
Faşizmi iliklerinize kadar hissedeceğiniz bu dizide anlatılanlar, “öbür dünya” bekleyen pek çok kişinin aslında dini kullanarak kendilerini ve diğer insanları nasıl ikna edip boyun eğdirdiklerini görüyorsunuz.
Dizi boyunca durmadan “Tanrı’ya şükür” diyen bir insan topluluğu var. Hiç yabancı gelmiyor değil mi?
Diziyi izlerken geriliyorsunuz, irkiliyorsunuz, sinirleniyorsunuz, korkuyorsunuz.
Korkun bence, irkilin, gerilin…